Bebekler Ölmesin,


Sultanbeyli’den yazıyorum sizlere. Biliyorum ne yazılsa burayla ilgili, benzeyecek bir Kemalettin Tuğcu hikayesine. Yok, öyle apartman çocuğu bir hekim değilim. Ailem köyden kente göçmüştür; yoksulluğun yabancısı değilim. Üstelik mecburi hizmete gönüllü giden romantiklerdenim. Hiç unutmam bir bebeğin altına bağlanmış toprağı gördüğümde yaşadığım şaşkınlığı. Günlerce yolu kapalı bir beldede bir kış geçirdim. Su donmasın diye muslukları açık bıraktığım lojmanımın mutfağında belime ulaşan buzdan dikitler oluştu.

Ama bunlar Sultanbeyli’de yaşadığım şaşkınlıkla karşılaştırılmaz bile. Belki de beni biraz da bu hassas kılıyor. Henüz yeni bir kızım oldu. Kızım ve Sultanbeyli’nin bebekleri aynı anda aynı şehrin nüfusuna kaydoldular. Kızım da onlar da İstanbul’da doğdular. Sultanbeyli’nde bir kadının parasızlıktan bebeğine suya ekmek doğrayıp yedirdiğini öğrendiğim gün, annesi kızıma Mothercare’den bir mont almış oluyordu. Babasının Bağ-kur karnesi iş iflası yüzünden iptal olan kalp hastası Aleyna’nın depresyondaki annesi ile bir saati aşan bir sağlam çocuk polikliniğinden (ki 45 dakikası psikoterapidir) sonra içinde kendimi, eşimi kızım Rüya ile Kozyatağı’nda ki evimizde buluyorum. Her şey 45 dakika ötemizde olup bitiyor.

Orhan Pamuk’un Yeni Hayat romanı şöyle başlar: “Bir kitap okudum ve hayatım değişti” Evet, Sultanbeyli’de benim için öyle oldu. “Bir işe başladım ve hayatım değişti”.

Carrefour-SA’da bir fast-food dükkanında çocuğuyla birlikte hamburger yiyen bir babanın, Bağdat caddesinde Mothercare mağazasında çocuğuna bir şeyler alan bir annenin sadece 45 dakika ötesinde, aynı şehirde bebekler hiç yoktan ölüyor. Ben yeni bir babaydım ve kızımın basit bir ateşlenmesinde nasıl paniğe kapıldığımı biliyorum. Bir anne için bebeğinin ölmesi nasıl bir şeydir düşünmek bile istemiyorum.

Geçenlerde bir televizyon kanalında şöyle diyordu Yaşar Kemal: Bütün insanlar için en büyük utanç kaynağı yoksulluk olmalıdır. Çünkü dünyada herkese yetecek kadar ayakkabı, herkese yetecek kadar elbise, herkese yetecek kadar yemek vardır. Bütün bunlara rağmen insanlar yoksulsa, tüm insanlık bundan utanç duymalıdır.

Evet bir işe başladım ve hayatım değişti.

Hani Yaşar Kemal dünyada herkese yetecek kadar ekmek, elbise ve yemek olduğunu söylemişti. Ama biz Sultanbeyli gibi nüfusu resmi kayıtlarda 200.000, gayrı-resmi olarak 300.000 insanın yaşadığı (şehre ulaşmanın imkansız olduğu) bir ilçede birinci basamakta toplam 4 uzman (AÇSAP kadrosunda) ve 8 pratisyen hekimle (Sağlık Grup Başkanlığı ve 3 Sağlık Ocağı) hizmet vermekteyiz. Gördüğünüz gibi birinci basamakta hizmet vermekteyiz dedim. Burada Sultanbeyli’de yok aile hekimi, yok pratisyen hekim gibi bir savaş yoktur. Çünkü hepimiz bir adaya düşmüşüz, derdimiz belli: Yalnızız..

BEBEKLER ÖLÜYOR, GÖRÜYORUZ. HEP BİRLİKTE.

Sultanbeyli’den İstanbul biraz farklı görülür. Eh o da bizim tek lüksümüz.

Bir bebek ölürken, bir kadın istemeden gebe kalırken, bir gebe evinde – hem de kayınpederinin yardımı ile- doğum yaparken sıradan hekimlik sorunlarına kafa yormak garip gelir insana. Sultanbeyli’de olmak böyle bir şeydir. İyidir aslında. Bir arınmadır. Yeni bir hayata başlamaktır. Bir Kemalettin Tuğcu romanında iyi yürekli hekimi oynamak gibidir.

Rıdvan ŞAHİN’in kaleminden, 5 Mayıs 2002

(Yoksulluk Mahallesinin Doktorları Kitabından)

 

 

Sevgili Rıdvan Şahin’i saygıyla anıyoruz…..

Rıdvan Şahin

Birliğimiz gücümüz...

GÜÇLÜ İSTAHED, GÜÇLÜ AİLE HEKİMLİĞİ!

Geleneksel STK anlayışını değiştirip, tüm siyasi görüşlerden uzak bir şekilde, amacı sadece aile hekimliği sistemindeki aksaklıkları çözmek ve sistem içinde hekimlerin haklarını savunmak, yüklenen angaryalara karşı emek mücadelesi vermek olan derneğimize BURAYA tıklayarak üye olabilirsiniz.

son eklenen haberler

[instagram-feed feed=1]

@istahed

Menü